Zeytin Ekmek
Genç, beyaz, gürbüz kadın, tıpkı zalim âşığının hışmına uğramış evvel zaman cariyesine benziyordu… Soluk basma entarisi parça parçaydı. Gür, kıvırcık, kumral saçları, mermer kadar.
Genç, beyaz, gürbüz kadın, tıpkı zalim âşığının hışmına uğramış evvel zaman cariyesine benziyordu… Soluk basma entarisi parça parçaydı. Gür, kıvırcık, kumral saçları, mermer kadar.
Mehmet Efendi, on senedir kasabada oturuyordu. Köydeki tarlaları, bağları, bahçeleri ortak elinde kalmıştı. Aziz ahbabı Müftü Hacı Ali Efendi ile dertleşirken: — Hepsini yanmış,.
Aksaraylı Câbir Paşa’yı bir zamanlar tanımayan yoktu; zevcesi, Cennetmekan’ın gözdelerinden mi, hazinedar ustalarından mı ne imiş… İşin içyüzünü bilenler, o kolunda taşıdığı kat kat.
Aksaraylı Câbir Paşa’yı bir zamanlar tanımayan yoktu; zevcesi, Cennetmekan’ın gözdelerinden mi, hazinedar ustalarından mı ne imiş… İşin içyüzünü bilenler, o kolunda taşıdığı kat kat.
Yemekten kalkalı belki bir saat olmuştu. Karı koca, kahvelerini, her zamanki gibi yalının balkonunda içtiler. İçindeki şeyler silinmiş, süpürülmüş de sonra havaya mıhlanmış gümüş.
İki senedir Goça taraflarını alan, talan eden on altı bin kişilik Türk ordusundan şimdi, bu kalede yadigâr gibi, yüz elli asker kalmıştı. Onlar da.
Geçen gün hava ne güzeldi! Logaritmacı Hasan’la Hürriyet Tepesi’ne gittik. Bomonti’ye kadar uzandık. Daha kış uykusundan uyanmamış sisli Kâğıthane’ye, mavi mahmur Haliç’e yükseklerden baktık..
Bu günlük Ömer Seyfettin’in bir asker olarak katıldığı ve Yunanlılara esir düştüğü Balkan Savaşı esnasında tuttuğu Balkan Harbi Ruznamesidir. Yazar günlüğünde 27 Eylül-1328/1912-15 Kasım.
Çarşı meydanının büyük çınar ağaçları, yere düşen gölgelerini alacalandırarak, fısıldıyorlardı. Kuvvetli bir rüzgâr esiyordu. Avukat Hacı Namık Efendi, kağıtlarım uçmasın diye, zümrüt bir kameriyeye.
AŞK filan değil… Hani şu “rastlantı” dediğimiz, tarihi yapan, mutlulukları yaratan, yuvaları kuran belirsiz el yok mu? İşte o, beni Rose Mayer’le birleştirmişti. Yirmi.
Ah Mısır! Bazı Türkler oraya eğlenmeye, hava değişimine giderler! Bilmem o hayata, o manzaraya nasıl tahammül ederler? Ciğerlerine milyonlarca verem mikrobu saldırmış üzgün ve.
Sermet Bey döndü, arkasındaki bekçiye: — İşte bir boş köşk daha… Dedi. Küçük bir çam ormanının önünde beyaz, şık bir bina. Mermerdenmiş gibi göz.
Şu hayatta her ne işle uğraşıyorsan yatkın olacaksın ona. Âleme maskara olmaktansa meydan süpürgesi olmak daha iyidir. Hele damarlarında inat, bir çağlayan gibi gürül.
“Bir Sultanî mualliminin hâtırat defterinden üç dört sahîfe” . . . . . . . . . . . . . . . ..
Tek atlı arabasının pufla, ipek şiltesine uz kuştüyünden, iri, pembe yastıklara dayanmış; gözleri açık, uyur gibi duran Masume Hanım, yoldan yaya geçenleri hiç görmüyordu..