Haydi, kalk yanıma gel, üstüme çık, gözlerini gözlerime dik, uzun uzun bana bak…

 Tam üç yıl dile kolay, bugünlerde tam üç yılımız doluyor. Birbirimizi okşayarak, konuşarak, yanyana uyuyarak, birlikte TV seyrederek, bazen de kavga ederek geçen koskoca üç yıl… Yazın balkon sefalarımız, kışın koltuğumuzda battaniyenin altında itişip kakışarak geçen soğuk kış geceleri…

 O basit operasyonu geçirmeni hep erteledik… İçimden bir ses hep beni engelledi… Sen zaman zaman artık çok rahatsız oluyorum diye beni uyarmana rağmen hep erteledim… Senin daha rahat edeceğini, daha mutlu olacağını düşünüyorduk. Ama öyle olmadı… Ameliyat sonrası, ameliyat bile denemeyecek o basit operasyon sonrasında doktor hatası nedeniyle birkaç gün içinde kötüleştin… Seni doktor doktor, hastane hastane gezdirirken, yaşamın kıyısında bir yerlerden gözlerimin içine bakıp “elveda“ dedin. “Ben gidiyorum…” Sanki görünmeyen bir el seni benden almak için yakana yapışmış bırakmıyordu.

 Son gittiğimiz doktor seni görür görmez “bilmeniz gerekir” dedi… “Tedavi olabilir ama bu uzun ve çok zahmetli bir yol. Tıbben yapılabilecekler onu hayata döndürmeye yetmeyebilir. Kötü son büyük olasılıkla değişmeyecek. İyi düşündünüz mü? Zor bir karar ama onu uyutabiliriz de. Eğer isterseniz… Ama buna siz karar vermelisiniz. Bizim görevimiz son ana kadar yaşatmak. Söz verebileceğim tek şey bu…”

 Çünkü sen pes etmiştin. Hala çarpan kalbinin dışında hayatla hiç bağın kalmamıştı… Vazgeçmiştin… Beni bırakıyordun… Ama benim seni bırakmaya hiç niyetim yoktu… Tıbbi müdahaleler, ilaçların, serumların devam ederken günlerce sabah akşam yanına gelip seninle konuşacağımı, açamadığın ağzının kenarından enjektörle bıkamadan usanmadan yemek yedireceğimi, tarifsiz acılar içinde pansumanların yapılırken, başını okşayıp yanında duracağımı hiç düşünememiştin gitmeye karar verirken..

 Sonunda ameliyattan tam 24 gün sonra gözlerini açtın “bu hastane yemeklerini yemek istemiyorum. İnci’nin yemeklerini özledim” dedin doktoruna… İlk ümit ışığı yanmıştı… Sonraki günlerde sevdiğin yemekleri evde pişirip, yine enjektörle verdik. Ve bir akşam yerinden doğrulup yemeğinden çok az da olsa “kendin” yedin… Geri dönmüştün… Ve o talihsiz ameliyattan tam 40 gün sonra işte yine evimizdeyiz…

 Haydi, kalk yanıma gel. Koltuğa… Ağır hareketlerle üstüme çık… Özledim seni… Göğsüme yat… Gözlerini gözlerime dik… Uzun uzun bana bak… Ben başını okşarken sen uzan ve ıslak burnunu çeneme değdir, sol patini yanağıma koy… Bir süre öyle kalalım… Hah, işte böyle… Gözlerimden patine akan yaşlara aldırma. Ağlayabilseydin senin gözyaşlarının da benim göğsüme akacağından eminim…

 Hoşgeldin… Seni çok özlemişim. Hoşgeldin benim yakışıklı, sevgili kedim Efe… önce hayata sonra evine hoşgeldin Hoşgeldin sefa geldin… İyi ki bizi bırakıp gitmedin…

 Tanrım, bana verdiğin bu unutulmaz ders için sana teşekkür ederim.

 Sevgilerimle,

 İnci İlhan

 www.hatunca.net